-2-
Rahmetli
Türkeş Türkiye içinde ve dışında, Türk Dünyasında Türklük ailesinin "aile
reisi" idi. Bundan dolayı gerek Azerbaycan’da, gerek diğer Cumhuriyet ve
Türk topluluklarında resimleri milli liderlerle beraber duvarlara asılan insandı.
Türk Dünyasını ayağa kaldıran ve "Dünya Türklüğünün Zaferi" davasını
siyasi alanda da kucakladığı için ismi ölümsüzleşmiştir. Sovyetlerin
milliyetler politikasını parçalayan bir mücadele adamıydı Sayın Türkeş. Sovyetleri
iyi tanıdığı gibi sözde dost ve müttefik ABD’yi de orada görevi dolayısıyla
bulunduğu süre zarfında yakından tanıma fırsatını elde etmişti. Yıllardır Türk olmadıkları konusunda
telkinlere maruz kalan ve alfabeleri bile farklılaştırılan kardeş Türk ülkeleri
1980’li yılların sonlarında bu yanlışı daha iyi anlar hale geldiler. Maalesef
bazı tepedeki devlet adamlarımıza rağmen, Dünya bloklaşırken, küreselleşmeyi
tartışırken, kimsenin Türk Dünyasının kültürel, sosyal ve ekonomik
işbirliğinden kuşku duymaması gerektiğini haykıran ve bunu hemen, hemen her
"Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği
Kurultayı"nda dile getiren yine rahmetli Türkeş idi. Kendisi, kendilerini
Türk olarak hisseden herkesin tabii lideri idi. Bilhassa son senelerde büyük
ilgi görmesi, büyük ölçüde Türk kimliğine sahip çıkmasından, etnik ve mezhep
tuzaklarına karşı toplumu uyarmasından ve milli birlik ve bütünlüğümüz konusundaki
tavizsiz, hassas tutumundan kaynaklanmaktadır. Türkiye ve Türk Dünyası ciddi,
vakur, mutabakat arayan milli menfaati ön plana çıkaran Devlet adamı tipini
Sayın Türkeş’de buluyordu. Çünkü kendisi tesadüflerle politikaya soyunmuş, her
şeyi dolarla ölçen "Türk dediğin nedir ki" diyebilecek kadar alçalan
bir devlet başkanı tipinden çok çok uzaktı. Ancak, Türkiye maalesef bu çizgide
olan devlet adamlarını ve Cumhurbaşkanlarını gördü.
Türkeş’e göre,
en kötü demokrasi, demokrasi dışı rejim örneklerinin hepsinden iyidir. Buhran
dönemlerinde rejimin korunması ve güçlendirilmesi yolunda gönüllü olarak ortaya
çıkışı, siyasetin kamplaşma değil, uzlaşma ve mutabakat yollarını açabilme,
birbirine tahammül edebilme, sadece
şikâyet değil, çözüm üretebilmek olduğunu göstermek içindir. Bir siyasi
partinin varlık sebebi ve gerekçesi, kendisine muhalif bir partinin veya
partilerin bulunmasında aranmalıdır. Bir fazilet rejimi olan demokrasi, hem
iktidara hem de sorumlu muhalefete ihtiyaç duyurur.(6) İşte, sorumlu muhalefet nasıl yapılır
sorusunun cevabını kendisine yıllarca faşist diye saldıran psikopatlara karşı
bizzat Türkeş vermiştir. Aslında ortaya çıktığı kadarıyla faşist sıfatı aşırı
sola mensup olmayan ve ülkeyi ele geçirmede engel görülen herkese takılan bir
sıfattı. Son senelerde rahmetli Türkeş’in tavır ve düşüncelerinde değişmeler
olduğu iddialarını ortaya atanlar, kendi yanlışlarını ve yanılgılarını gizlemek
ihtiyacını duyanlardır. Türk milliyetçileri ne 1940’lı yıllarda, ne de 70’li ve
80’li yıllarda yanıldılar. Kendilerinin değiştireceği ne bir cümle ne de bir
paragraf var; ancak kitap ve makalelerinde çok değişiklik yapmak zorunda olan
insanlarımız var. Tarih milliyetçileri haklı çıkardı. Ancak, bazıları bu ülkeye
zaman kaybettirdi, kaynak israf ettirdi ve bazı gençlerimizi yanlış adreslerde
kurtuluşu arar hale getirdi. Oysa çözüm ve reçete mutlaka içeride insanların
birbirinin boğazına sarılmasından ve ideolojik kavgalarla aslında emperyalizme
alan açan sınıf çatışmalarından, pratiği gelişmemiş teorik iddia ve ideolojilerden
geçmiyordu. İnsanlık tarihi milli menfaat çatışmalarının ve inancın, imanın
gönüllerden silinememesinin tarihi idi. Milli şuur ve Türkiye sevgisi Türk
milliyetçilerine 1990’lı yıllarda mutabakatları geliştirmeyi, milli birliği
güçlendirmeyi emrettiği için Başbuğ Türkeş’in önderliğinde onlar barışçı,
özverili ve hoşgörülü bir tavırla zihinlerini kavgadan yana koyanları
uyandırmak istiyorlardı. Onları yanlış anlamada ısrar edenlere rağmen...
Türkiye’nin
sosyal yapısının siyasete akseden bir yanı da karizmatik lider arayışıdır. Bu
bakımdan, birçok lider ve siyasetçide karizmatik özelliklerin bulunduğu
varsayılır veya o kişiler böyle tanıtılır. Oysa Türkeş’in böyle varsayımlara ve
yakıştırmalara ihtiyacı yoktu. Siyasi tarihi iyi bilen, tecrübeli ve bilgili ve
liderlik özelliklerine sahip bir kimse olarak siyasette gündemden hiç düşmeyen
niteliği ile farkları anlaşılan bir liderdi. Başında bulunduğu MHP’nin siyasi
tesirliliğinin aldığı oyla mukayese edilemeyecek ölçüde olmasında bu karizmatik
özellik ortaya çıkmaktadır.
Rahmetli
Türkeş’in yurt dışında yaşayan, bir zamanlar çalışmak için Avrupa ülkelerine
giden Türklerle ilgisi devamlı olmuştur. Bu ülkelerde artık "misafir
işçi" olmaktan çıkıp ev sahibi ülkelerin "etnik bir unsuru"haline
gelen, yabancı düşmanlığına konu olan, son yıllarda da İslamifobiden etkilenen
vatandaşlarımızın çeşitli meseleleri ile sık, sık ilgilendiğini biliyoruz.
Nitekim, yurt dışında yapılan kurultaylar, açık oturum ve konferanslar bunun
bir örneğidir. Bugün bu faaliyetlere zaman, zaman katılmış olmaktan da büyük mutluluk
duyuyorum.
Teröre
"Kürt Sorunu" olarak bakıp onu başka amaçlar için kullanmak
isteyenlerin, bölücü terörü Kürt sorunu olarak takdim ettikleri bilinmektedir.
Her Türk vatandaşına karşı olan bölücü terörün etnik bir kimliğe büründürülerek
ortaya konmak istenmesi, başta Türkeş olmak üzere, Türk milliyetçilerinin
dikkatini çekmiştir. Türkiye’nin bir terör sorunu olduğu, bir kürt sorunu
olmada yeterli ve haklı gerekçelere dayanılmadığı sık sık ifade edilmiştir.
Rahmetli Türkeş silahlı bölücü terör çeşidine olduğu kadar, Türkiye’yi Türk
kültürünün hâkim kültür olmaktan çıkaracak, coğrafyanın vatansızlaştırıldığı
bir mozaik veya çokkültürlülük şeklinde ele alınmasına dönük silahsız bölücü
teröre de karşı idi. Aslında mozaik ve çokkültürlülük iddiaları Anadolu
coğrafyasında Türk kültürünü hâkim kültür olmaktan çıkarma amacı gütmektedir.
Unutulmamalıdır
ki, Kürt sorunu Kürtlerin değil; dün Osmanlı’ya bugün de T.C. karşı onları
kullanmış olanların, yabancılaşmış ve devletiyle başkaları adına kavgalı bazı
sözde aydınların ve sıkışınca yabancı ülkelere sığınan işbirlikçilerin müzmin
sorunudur.(7)
2000’li yıllar
iki ayrı virüsle tanışmıştır. Dünyada binlerce insanı ölüme sürükleyen korona
virüs; ikincisi ise; önü açılan milli devletlerin önüne koyulan çokkültürlülük
tuzağıdır. Milli devletlere ve Türkiye’ye dayatılmaya çalışılan bu önemli
tehdit ve tehlikeye karşı hashas olmak durumundayız. Çokkültürlülük telkin ve
dayatmaları ise; önü açılmış milli devletleri anayasalarına musallat edilen bir
virüstür. Çokkültürlülük küreselleştirmenin ideolojisidir. Küreselleştirme ise;
çokuluslu şirketlerin ideolojisidir. Bu virüs milli devletlerin altını oyucu,
sosyal yapıyı bozucu, ülkeleri ufalayıcı, milli kimliği dışlayıcı, kurucu
unsuru reddedici, dış tehditlere karşı milli gücü direnemez hale getiren sinsi
bir virüstür. Hedef alınan her bir ülkeye bulaştırılabilir. Neticede ülkeler
bağımlı-bağımsız hale sokulup egemenlik haklarına, toprak bütünlüklerine el
konulabilir. Önü açılan milli devletlere çokkültürlülük dayatması “ufalan da
gel”şeklinde bir telkin ve zorlamadır. Bu dayatma demokratikleşme iddialarıyla kamufle
edilmekte ve sözde birlikte yaşama adına kurulan bir tuzaktır. Çokkültürlülük
bir dönem bazı Batılı ülkelerin kullandığı bir politikadır. Ancak ümit edilen
eritme gerçekleşmediği görülünce yabancı kaynaklı nüfusun iç bünyede sorunlu
hale gelmesi, gettolaşması gibi sebepler Batılı bazı ülkeleri çokkültürlülük
anlayışının bir çözüm olmadığı noktasına getirmiştir. Bilhassa Almanya ve
Fransa’da bu tecrübeden şikâyetler artmıştır.
Çokkültürlülük
demokrasinin bir gereği olan çok seslilik değildir; yasal yoldan bir devletin
vatandaşlarını birbirine yabancılaştırması, hukuki ve siyasi anlamda
ötekileştirmesidir. Bir bakıma siyasi tanımasıdır.(8) Milletleşme gerçeğini
reddeden bazı sağ kesimlerin ve aşırı sol ideolojiden artık ümidini kesenlerin
sığındığı etnikçi, parçacı bir yaklaşımdır. Burada hedef birçok ülke olduğu
gibi bizim için Türkiye ve aynı zamanda Türk Dünyasıdır.
Oldukça
homojen sosyal yapılarda çokkültürlülük tezleri bir çatışma kaynağı olurken
karmaşık ve heterojen yapılarda ise güç kaynağı rolü oynamaktadır.
MHP Türk
siyasetinde yeri doldurulamaz ve farkı her yönden kendini belli eden bir siyasi
okuldur ve önemli bir hareketin ismidir. Merkez sağ partilerin çözüm
olamayacağı görüşlerinin yaygınlaştığı bir dönemde, bu partilerden MHP’ye doğru
bir kayma beklenebilir. Merkez sağ partilerin Türkiye’nin bugünkü siyasi
ortamında çekiciliği donmuştur. Böyle bir ortamda nehri ters tarafa akıtmaya
çalışmak ve bunun için gayretler göstermek yerine, sağ olarak ifade edilen
yelpazenin belirli bir kısmında gerçekleri görerek, MHP gerçeğini hesaba
katarak politika yapmak, herhalde "MHP’den bize ne gelir" gibi
hayallerle uğraşmaktan çok daha doğru olabilir. Sağ kitle partilerine düşen
görev, yanlış karta kumar oynamak değil, ileride doğabilecek siyasi işbirliği
imkânlarını bugünden ortadan kaldırmamak olmalıdır.
Yayınlanan
kitaplarım dolayısıyla daima ilgi ve desteğini gördüğüm, her bir hitabıma
teşekkür mektubu gönderme nezaketini gösteren, Türkün ölümsüz Başbuğ'una Yüce
Allah’tan rahmet diliyorum. O bir bayraktı, yaşayacak ve yaşatılacak. Ne mutlu
çizgisinden hiç sapmadan onu sürdüre bilenlere .... Ne mutlu Milli Mücadeleyi
Atatürk’ün Başkomutanlığında yapan ve Milli Devleti kuranlara; ne mutlu aziz
Türk şehitlerine layık olabilenlere…SON
(1) Erkal, Mustafa E.,Çokkültürlülük Virüsü ve Milliyetçilik,
Aydınlar Ocağı yayını, sh.133, İstanbul, 2020.
(2) Erkal, Mustafa E., Sosyoloji (Toplumbilimi), 18.baskı,
sh.43-44, İstanbul,2016.
(3) Erkal, Mustafa E.,Aynı eser, sh.285. ve Güngör, Erol,
Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul, 1978.
(4) Öksüz, İskender, Millet ve Milliyetçilik (2.baskı),
sh.342, Ankara, 2016.
(5) Erkal, Mustafa E.,Sosyoloji (Toplumbilimi), 18.baskı,
sh.
(6) Erkal, Mustafa E., Sosyoloji (Toplumbilimi), 18.baskı,
sh.60, İstanbul, 2016.
(7) Erkal, Mustafa E.,Çokkültürlülük Virüsü ve
Milliyetçilik, sh.71, İstanbul, 2020.
(8) Erkal, Mustafa E.,Aynı eser, sh.83.
KAO'dan haberdar olmak için epostanızı bırakın.