Edebiyat;
duygu, düşünce ve hayallerin sözlü veya yazılı olarak güzel ve etkili bir
şekilde anlatılması sanatıdır. Bu sanatın iki dalı vardır: Sözlü eserler,
yazılı eserler.
Yazının
icadından önce edebiyatın bütün eserleri yalnızca sözlü idi. Bunlar da çoğu
manzum-şiir şeklinde olurdu. Çünkü şiirin gereği olan vezin ve kafiye; duygu ve
düşüncelerin daha tesirlidir. Ayrıca kolay ezberlenmesini temin eder.
İlk edebî
eserler sözlü olarak teşekkül etmiştir. Yazının icadından sonra da sözlü
eserler yazılı hâle dönüştürülmüştür. Sözlü eserlerin çoğu insanların, insan
topluluklarının, halkın ve milletin ortak ürünleridir. Halk arasında söylene
söylene olgunlaşmış, güzelleşmiş ve zengin ifâde gücüne kavuşmuş, daha tesirli
hâle gelmiştir. Ayrıca değişik coğrafî bölgelerde renklenmiş, albenisi
yükselmiştir. Rüzgârın, güneşin ve akarsuyun, taşı ve toprağı zaman içerisinde
sivriliklerden, köşeli hallerden arındırdığı gibi, sözlü eserler de anlatıla
anlatıla, her bir antalıcı, kendi zevkinden ve duygularından bir şeyler katarak
yeni, güzel ve sevimli bir şekle büründürmüştür. Bu şekil, o toplumun kültür ve
medeniyet seviyesini, insan ve tabiat anlayışını da yansıtır.
Her millete
ait atasözleri, mâniler, türküler, masallar, kahramanlık ve aşk hikâyeleri,
meddah ve ortaoyunu, bilmeceler-bulmacalar, tekerlemeler, destanlar ve
efsâneler ile benzeri eserler, bir külliyat teşkil eder. Târihî derinlikleri
olan milletlerin külliyatı daha zengindir. Türk edebiyatı; destanlar, efsâneler
ve halk edebiyatının diğer eserleri bakımından, Dünyânın en zengin hazinelerine
sâhiptir. Bunlar ayrıca insanları; iyiye, doğruya ve güzele yönlendirir.
Yardımlaşma, asâlet, nezâket, sağlam âile yapısı, mertlik, vatanseverlik gibi
hasletler işlenen konuların belli başlılarıdır.
Efsâneler,
destanlarla birlikte, sözlü halk edebiyatının tam ve zengin grubunu teşkil
eder.
Destanlarla
târihî olaylar, hayal unsurları ile yoğrularak bilinen veya bilinmeyen
târihlerden günümüze intikal etmiştir.
Efsânelerde
hayal unsuru daha fazladır.
Makine
mühendisi, şâir, yazar ve tahlil ustası Mustafa
Ceylân, bir kısmı sözlü edebiyattan yazıya aktarılan, bir kısmı da kendi
kurgusu olan her biri yekdiğerinden güzel 228 efsâneyi, 13,5 X 21 santim
ölçülerinde toplam 1144 sayfa hacimli 2 cilt hâlinde kültürümüze kazandırmış.
Birinci ciltte 145 adet efsâne yer alıyor. İkinci cilt Divan-ı
Lügati’t-Türk’ten, Karaçay-Malkar Mitolojisi ile Nart Efsânelerden, Azerbaycan
Efsânelerinden, Türkiye ve Azerbaycan dışındaki Türk Dünyâsı Efsânelerinden iktibas
edilmiş.
Önsözden önce
yazar; kendisi hakkında bilgi veriyor:
‘Üstüm başım
toprak
Elim ayağım
yarpuz
Saçım,
başlığım yağmur
Yeleğim, ceketim keçi kokar hemşerim.
Dağlar ve
yaylalar çocuğuyum.
Bir de hayvanlar türlü türlü…
Dağ çiçekleri, çiğdemler anlar dilimden
Şükrederim, duâ ederim
Bilmem isyân nedir?
Bağılıyım
devletime.
Vatan sevgisi ecdâdımdan yadigâr. Vatan
varsa ben de varım
Vatan yoksa ben de yoğum,
bilirim...’
İLK SÖZ
/ ÖNSÖZ YERİNE
Dinleyin ağalar, dinleyin beyler
Eritir
zamanı bu halkın gücü. Özlem
duyuyorsa kahramanına
Diriltir
mezardan bu milletin gücü.
Dilsize söyletir, gösterir köre
Âminle, duâyla dertlere çâre
İsterse indirir
doruktan yere Çürütür
tahtları bu milletin gücü.
Haydutlar kayadır, gelinler ırmak Suları
ortadan ayırır parmak Kâh
Dicle-Fırat’tır, kâh Kızılırmak Arıtır
çağları bu milletin gücü.
Olmazı oldurur, yakar ateşi Çevirir
gülşene kızgın güneşi İsterse on eder yedi kardeşi Kurutur neslini bu milletin gücü
Bağlar çaputunu bağlar türbeye Hıçırı
uğratır şehire, köye
Girer destanlara,
girer öyküye
Yürütür
orduyu bu milletin gücü.
Hoca Nasrettin’le düşün düşün gül, Karagöz,
Hacivat başında püskül Kül
atar haksıza ocağından kül Sırıtır yüzüne
bu milletin gücü
Seması, semahı, halayı, sazı Çilekeş
anası, gül yüzlü kızı
Kerimlik gecenin iri yıldızı Kırılır,
salınır bu milletin gücü
Evliyası, enbiyâsı, ereni Kaz Dağı’nda, Kop Dağı’nda cereni
Seğmeni,
efesi, dadaş, yâreni
Farıtır
birliği bu milletin gücü.
Adana-Lokman Hekim başlıklı ilk efsâne:
Derler ki: Bütün doktorların
üstadı, piri Lokman Hekim diye bilinen
biri
Dilinden
anlar Türlü türlü otların ve çiçeklerin Her yaprağı bir
ilâç... ‘Al beni kopar’ Diyerek bitki
bitki Hep ona koşar Dağ,
bayır, ova, yamaç... Diyar diyar… Dünyâyı
dolaşır Lokman Hekim En
son Çukurova’ ya ulaşır Lokman Hekim.
Bu öyle bir ova ki kan düşse fışkırır can. Binlerce nebatında bulunur
derde derman. İnsanlığı kurtarmak
azmiyle hastalıktan, Diyar diyar Dünyâyı dolaşır Lokman Hekim Derdi
veren Yaradan, dermanını da vermiş. Çâreyi bitkilerin sinesine gizlemiş. Akdeniz’e
uzanan ırmakları özlemiş. En son Çukurova’ya ulaşır Lokman Hekim.
Bereket dolu toprak sanki bire bin verir, bir şehir avuçlarında erir. Hastalanan her
insan dermanını buldukça Destan eder Lokman’ı derdinden kurtuldukça. Derler ki: Misis
şehrine yerleşen Hekim Lokman İnsan insan devâ olmuş her derde Çevresinde ne kadar hasta
varsa İyi olmuş hepsi de... Hastalıksız sapa sağlam Yaşamaya başlayanlar
Lokman’a gelerek Ölüme Bir çare bulmasını İstemişler...
Lokman Hekim bu Cümle doktorların Cümle eczacıların piri Bulmak için,
insanlara Ölümsüzlük sunacak son bitkiyi Adım adım başlamış dolaşmaya Koca
Çukurova'yı...
Günlerden bir gün Bir çınarın altında uyurken Bir ses duymuş: Lokman! Lokmann Uyan
Lokmannn!
Bitsin bunca zamandır Araman ve taraman. Ölümün ilâcıyım ben Uyan
Lokman, uyan Lokman! Bundan böyle insanlara, Ve dahi hayvanlara Ölüm yok, yok
ölüm Lokman!
Kan, ter içinde uyanan Hekim Lokman Müthiş bir heyecan içinde Kendisine
seslenen otun Koşmuş yanı başına. İlâcın nasıl yapılacağını öğrenmiş, Yazmış
bir deftere. Otu da kopararak, Koyulmuş Misis'e doğru yola... Misis’e varırken,
Ceyhan Nehri üstünde Misis Köprüsü'nde duraksamış. Defteri de elindeymiş.
Defterine yazdıklarına bakarak ilâcı yapmaya durmuş. Tam yapıp bitireceği
sırada, âniden esen rüzgâr Defteri de, Otu da Uçurarak Düşürmüş suya. Efsâne bu
ya; Lokman Hekim de Bu yüzden ölüme çare
olacak ilâcı Bulamamış bir daha. Ve yüz
çevirmiş cümle otlar Susmuş çiçekler, ağaçlar, dal ve yaprak Lâl kesilmiş kır,
bayır, ova…
Sonraki sayfalarda yer alan efsânelerden
bâzılarının başlıkları: *Ağrı: Büyük ve küçük bacı. *Ankara-Elmadağ: Kırk
Kızlar, *Aydın: Atçalı Kel Mehmet. Bilecik: Bir rüyadan doğan devlet. *Bolu:
Koç Köroğlu. *Çanakkale: Geçilmez Çanakkale. *Diyarbakır Efsânesi. *Diyarbakır:
Mavzer Berdeli. *Kastamonu. Şerife Bacı. *Kahraman Maraş: Sütçü İmam. *Samsun:
Kızılırmak. *Zonguldak: Uzan Mehmet. *Ardahan: Oğuz Taşı. *Kilis Destanı.
İkinci ciltte: *Divan-ı
Lügati’t-Türk, *Karaçay-Malkar-Nart Destanları, Kaygısız Abdal gibi destanlar
var.
Bu cilt;
‘Kaşgarlı Mahmed’un kardeşiyim ben. Yazdığım her şiir ondan hâtıra.
Dünyânın en güzel dili Türkçe’mle Cihanı doldurdum birkaç satırla’
Sözleriyle başlıyor. (s: 5)
Azerbaycan’dan ‘Dâvut Peygamber ile Sazı Efsânesi’nin
hatimesi:
Efsâneler içine gizlenmiş muhteşem bir tabloda yazımız var bizim.
Eşkıya eline düşmeyim diye, kuş olan, taş kesilen gelinimiz, kızımız var
bizim. Nehirler gözyaşımızdan çağıldar,
Dağlar acımızdan çiçeklenir:
Türk coğrafyasının dört yanında izimiz var bizim.
Yaşanası Dünyâ
içinde tek vücut bir milletiz. Hazret-i Davut'tan beri çalan kopuzumuz, sazımız
var bizim.
Satırlarıyla sona eriyor.
Yazarın bu esere âit son
satırları da şöyle:
‘Damarda mısın, ette mi anlayamadım Geldin ağır ağır, öyle ağırsın ki
Perişan eyledin beni Ezildim altında, kaldıramadım.
Domur domursun başparmağım ucunda Yürüdüğüm yolların avucunda
Çalkalanırsın, çalkalarsın habire. Beynimin makine dâiresine Pimini çekip
bombayı sen mi attın? Parçalandım, Sebebini soramadım.
Uyurum, yastığımdasın
Uyanırım topuğumdasın
Bütün doktorların
istifasını istedim bugün
Eczanelerin iflâsını
Alıştım
sana ya
Oh ne güzelsin, ne güzel! Haydi
yeniden söyle şarkımızı Sızı,
Eyy sızı ...
*
Şeşibeş zarın yüzü, şaşıbeş kızın gözü Ürkütme koca öküzü, kalırsın altında altında.
Dilekçemin ucu pullu, yosmaya bak İstanbullu Altı naylon, üstü çullu; eğirsin altında altında.
Kuyu kuyuya denk, kuyumcuda olmaz ki cenk Parıldayan ışık ve renk, sanırsın altında altında,
Altın elmas, hava civa;
okyanus mu delik kova Savcıya açmışım dâvâ, bağırsın altında altında…’
***
Türk millî kültürüne, alâka
duyanların, târihine meraklı olanların, vatanını ve milletini sevenlerin…
Özümüze dönmeyi hâyal edenlerin zevkle okuyacağı bir eser…
BİLGEOĞUZ
YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu,
İstanbul. Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129
86 86 E-posta: bilgekitap@gmail.com WEB: www.bilgeoguz.com
25 Ocak 1952 Ankara - Elmadağ doğumlu. Makina Mühendisi,
şair, yazar, tahlil ustası. İlk şiiri 1964 yılında yayınlandı. Gülce Edebiyat
Akımı'nın kurucularından.
Yayınlanmış
Kitapları:
*Ezan Susmaz. *Kırat
Geliyor. *Köyümüz Yeşildere. *Târihi ve Folkloruyla Elmadağ. *Yaralı Ceylan.
*Her Yönüyle Yenimahalle. *Yandı Bu Gönlüm. *LPG otogaz istasyonu El Kitabı. *Seğmen
Ruhu. *Köylerimiz. *Bir Şarkısın Antaly. *Bayramlar Haftalar Günler. *Ahmet
Tufan Şentürk. *Tahir Kutsi Makal. *Torosların Türküsü. *İsa Kayacan. *Armağan-l (A.Tufan Şentürk'le). *Güzide Taranoğlu. *Halil
Soyuer. *A.Tufan Şentürk İçin Ne Dediler? *Abdullah Satoğlu. *Gülendenin Beşiği.
*Paşa Gönlüm. *Güllük -Antoloji- *Ceylan
Yüreğim. *Güllük Dergileri. *Kapadokya Güneşleri. *Bir Yanardağ Fışkırması.
*Türk Dünyâsı Efsâneleri (2 Cilt) *Burdur
Efsâneleri . *Öldürülen 101 Şâir. *Hacı Bayram-ı Veli. *Kaşgarlı Mahmut'un
Kardeşiyim Ben. *Divanü Lügati’t-Türk Efsanleri. *Karaçay Malkar Nart
Efsâneleri. *Şiirbaz Sultanlar (1) Şahbeyit. *Şiirbaz Sultanlar (2) Divançe.
KAO'dan haberdar olmak için epostanızı bırakın.